|
Üçoklu Kınık
boyuna mensup Selçuklu hükümdar ailesinden Süleyman Şah
tarafından, Anadolu'da kurulmuştur. Malazgirt Zaferiyle, Anadolu
kapılarını Türklere açan Sultan Muhammed Alparslan, bu savaşa
katılan kumandan ve Türkmen reislerine Anadolu'yu Türkleştirme ve
İslamlaştırma görevini verdi. Bunlardan, Kutalmışoğlu
Süleyman Şah, Selçuk Bey'in oğlu Arslan Yabgu'nun torunu
olup, Anadolu'daki fetih harekâtından sonra Antakya'dan Anadolu'ya
girdi. 1074 yılında Konya ve havalisini mahallî Rum despotlarından
alarak, fetihlere devamla İznik önlerine geldi. 1075 senesinde
İznik'i fethederek, emrindeki kuvvetlerin merkezi yaptı. Böylece
Türkiye Selçuklu Devletinin temeli atılmış oldu.
Devlet teşkilatı,
sağlam bir esasa sahipti. Türkiye Selçukluları; Karahanlı, Büyük
Selçuklu ve Abbasîlerin yanında diğer Türk ve İslam devletlerinin
teşkilatlarından da büyük ölçüde faydalandılar. Bunları mükemmel
bir şekilde kendi bünyelerine uydurdular. Sultanlar, devletin
idaresinde hissedilen ihtiyaçlara göre teşkilatlarını
genişlettiler ve zaman zaman da yenileme yoluna gittiler.
Devletin, hanedan mensupları arasında bölüşülmesinin; bölünmeye ve
saltanat mücadelesine sebep olduğu görüldü. II. Kılıç Arslan'dan
sonra merkeziyetçilik geliştirildi.
Ordu; Gulamân-ı Saray,
hassa ordusu, hânedâna mensup meliklerin kuvvetleri, Türkmen
kuvvetleri, tâbi kuvvetler, ücretli askerler ve donanmadan
oluşurdu. Ordunun ve idarenin esasını, mahallinde çiftçilerin
ödediği vergilerle beslenen Türk iktâ askerleri teşkil ederdi.
Orduda, dinî vazifeleri görmek ve gazâ ruhunu canlı tutmak
maksadıyla âlim, dedrviş ve mutasavvıflar bulunurdu. Silah olarak,
ok, yay, kılıç, kargı, çomak, gürz, mızrak, topuz, nacak,
mancınık, merdiven, seyyar kule kullanılırdı. Ordudaki birlikler,
çeşitli bayrak, tuğ ve alem taşırlardı.
Adlî Teşkilat: Türkiye
Selçuklularında, şer'î davalara her şehirde bulunan kadılar
bakardı. Konya'da oturan baş kadıya Kâdı'l-kudât denirdi. Bu
kadılar, tereke (miras), hayrat işleri ve vakıfların idaresine
bakarlardı. Selçuklularda örfî davalara bakan mahkemeler de
bulunurdu. Bu mahkemeler, asayiş, devlet âmirlerine itaatsizlik ve
siyasî suçlar gibi davalara bakarlardı. Bu örfî mahkemelerin
başında, emîr-i dâd bulunurdu. Kadıların verdikleri hükme itiraz
edilemezdi. Ancak yanlış verilen bir hüküm olursa, diğer kadılar
tarafından altı imzalanarak, sultana arz edilirdi. Kadıların
yüksek medrese tahsili görmüş, İslam ahlakıyla ahlaklanmış
kimseler olması şarttı. Müftîler, Hanefî mezhebine göre fetva
verirlerdi.
Eğitim, Kültür ve Edebiyat:
Anadolu Selçuklu sultanları, kültür ve medeniyet hizmeti için,
ilme ve âlimlere değer verdiler. Bir ilim ocağı olan medreselerde
eğitim ve öğretim ücretsizdi. Vakıf gelirleri, onların geçimini
temin ederdi. Medreselerde İslam ilimlerinden; tefsir, hadîs,
hadîs usulü, kelâm, kelâm usulü, fıkıh, fıkıh usulü ve tasavvuf
yanında, matematik, astronomi, tıp ve felsefe gibi bilimler de
öğretilirdi. Genellikle, medresenin yanında, dârüşşifa denilen
hastane, cami, kütüphane, zâviye, kervansaray, imaret de
bulunurdu. Bunlar da birer ilim irfan yuvasıydı. İslam
ülkelerinden bir çok âlim, Anadolu'daki ilim yuvalarına gelip ders
verdiler. Başta sultan olmak üzere devlet adamlarından ve halktan
iyi muamele gördüler. Türkiye Selçuklu Devletini, ilim ve irfan
yuvası haline getiren değerli âlimlerin arasında; Şihabüddin-i
Sühreverdî, Necmeddîn-i Râzî, Muhyiddîn-i Arabî, Ahmed Fakîh,
Mevlânâ Celaleddîn-i Rumî, Hacı Bektaş-ı Velî,
|